2019-10-24

Baştan hepsi vardı / はじめに、すべてあった

── メッテさんのドキュメンタリー映画では、村上春樹さんの2作目『1973年のピンボール』を訳すに際して、実際に、ピンボールをしに行く場面が出てきます。
Hakkınızda yapılan belgeselde Haruki Murakami'nin ikinci eseri ''1973 yılında tilt oyunu''nu çevirirken sizin de fiilen tilt oyununu oynamaya gittiğiniz sahne var.

メッテ(以下M)はい。
Evet.

── ああいうこと、するんですね。
Öyle şeyleri de yapıyorsunuz.

M: するする。
Tabii ki.

── ただ単に机の上の仕事だけで終わらずに、取材のようなことまで。
Sadece masa üstünde bitmiyor, neyin ne olduğunu yaşayarak anlamaya çalışıyorsunuz.

M: やりますよ。わからないことがあったら。ホステスの仕事も見に行ったんですけど、お店に出勤するときは夜でも「おはようございます」って言うとかね、そういうことがわかってないと翻訳できないし、そういうことは、その場に行ってみないとわからないこと。
Öyleyimdir. Eğer anlamadığım bir şey olursa öğrenmeye giderim. Bir kere barda çalışan kızların işine bakmaya gittim: İşe geldiğinde akşamda olsa ''Günaydın'' diyorlar. Böyle şeyleri anlamadan çeviremiyorum ve böyle şeyleri yaşayamadan öğrenemiyorum. 

── 本を読んで、言葉を学ぶのも重要だけど。
Kitap okuyarak kelimeler öğrenmek de önemli ama...

M: そう、でも、基本的には日本の小説を読まないと。やっぱり本を読むと言葉は強くなる。
Evet, ama temel olarak Japon romanlarını okumak gerek. Kitap okursam kullandığım lisan da güçleniyor.

── 強く。
Güçleniyor?

M: いろんな言葉を知ることができるし、言葉の活きた使い方もわかってくる。すると、言葉は、強くなる。
Türlü türlü kelimeler öğreniyorum ve gerçek hayatta nasıl kullanıldıklarını da anlamaya başlıyorum. Böylece kullandığım lisan güçleniyor.


── 村上春樹さんを翻訳するについては、どういう難しさや、どういうおもしろさがあるんですか。
Haruki Murakami'yi çevirmenizin zor yanları ve keyifli yanları nelerdir?

M: 彼の言葉にはリズムが含まれている。
Onun cümleleri ritm içeriyor.

── 村上さんの書く文章に。
Haruki'nin cümlelerinde mi?

M: そうね、だから、最終的にデンマーク語になるまではたぶん10回くらい‥‥それも実際に声に出して読むんです。
Evet, o yüzden Danimarkacaya çevirirken son haline gelene kadar sanırım 10 kere... hem de sesli okuyorum.

── 音読する。そうすることによって?
Sesli okuyunca ne oluyor?

M: 気持ちがわかってくる。書いた人の。
Duygularını anlamaya başlıyorum yazarın.

── へええ‥‥気持ちですか。
Gerçekten mi? Duygularını mı?

M: 気持ちがわかったうえで、言葉はちゃんとデンマーク語になる。
Duygularını anladıktan sonra kelimeler doğru bir şekilde Danimarkacaya dönüşüyor.

── 心を経由することで、記号が、活きた言葉になるんですね。
Sizin kalbinizden geçince simgeler yaşayan lisana dönüşüyor demek ki.

M: それに、彼の作品には、なんて言ったらいいんでしょう‥‥たくさんの‥‥レイヤー?
Üstüne / Ayrıca onun eserlerinde, nasıl desem... birçok katman var gibi...

── んー、どういうニュアンスでしょう。
Hım, ne anlamda?

M: つまりね、若いときに読んだ印象と、歳をとってから読んだ印象と、ぜんぜんちがう本になると思います。わたしは、そう思うんです。
Yani gençken okuduğumda aldığım izlenim ile yaşlandıktan sonra okuduğum zamanki izlenim tamamen farklı oluyor. Tabii kanımca.

── あ、その実感はあります。自分はデビュー作の『風の歌を聴け』を何度か読んでいますが、そのたび、印象にのこる部分がちがうような気が。
Evet, bana de öyle bir izlenim bıraktı. Haruki'nin ilk eseri ''Rüzgarın şarkısını dinle''yi şimdiye kadar birkaç kere okudum ama her okuduğumda farklı kısım aklımda kalıyor.

M: あとは、これもわたしの考えですが、『世界の終りとハードボイルド・ワンダーランド』からは、レイモンド・チャンドラーの音が聞こえる。チャンドラーのやり方、チャンドラーの考え方。そういうものを、感じる気がする。
Bir de bu da benim düşüncem ama ''Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu'' eserinden Raymond Chandler'in sesini duyuyormuş gibi hissediyorum. Raymond'un usulu, Raymond'un düşünceleri... öyle şeyler hissediyorum.  

── ああ、訳してらっしゃいますもんね。
Aa, Haruki onun eserini çevirdi, değil mi?

M: そう。村上さんは7冊、翻訳してる。
Evet, Haruki Reymond'un 7 eserini çevirdi.

── 誰かの文章を翻訳するっていうこと自体が、自分の文章にも影響を及ぼすんでしょうね。
Birinin cümlelerini çevirmek, kendisinin cümle yapısı da etkiliyordur herhalde.

M: そう、そう思う。
Evet, öyle düşünüyorum.


── じゃ、村上さんの小説をずっと訳してきたメッテさんには、どういう影響が及んでいると思いますか?
Öyleyse Haruki'nin eserlerini uzun zamandır çeviren size, ne gibi etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?

M: わたしの母が、わたしに聞きました。「もし、村上の本がなかったら、あなたは、どういう人になりましたか」
Annem bana sormuştu: ''Eğer Haruki'nin eserleri olmasaydı, sen nasıl bir insan olurdun?'' diye.

── ええ。
Öyle mi?

M: もう、わからないですよ。こんなに同じ作家の作品を翻訳してれば、それはもうすでに、わたしのアイデンティティの一部だから。
Bilemiyorum. Aynı yazarın eserlerini bu kadar çok çevirdikten sonra bir bakıma benim kişiliğimin bir kısmı oldu artık.

── 20年ですものね‥‥。どうして、そんなにも長く続いていると思いますか。
20 yıl değil mi, ne inanılmaz! Bunu bu kadar uzun sürdürebilmenizi sırrı nedir sizce?

M: やっぱり、村上の作品を愛しているから。こんなに続けるためには、その人の作品を愛してなければ無理です。
Tamamuyla / Her şeyden önce Haruki'nin eserlerini sevdiğim için. Onun eserlerine aşık olmadan bu kadar devam edebilmek mümkün değildir.

── そうなんでしょうね。
Hakılsınız.

M: 仕事としてはできると思う、別に好きでもなんでもなくたって、一応。でも、愛してないとよい翻訳にならない。だって2年です。その本と一緒の時間は。
İş olarak çeviri yapabilirim, sevmesem bile. Fakat sevmediğim sürece iyi çeviri yapamam. 2 senemi alıyor, o eser ile beraber geçirdiğim zaman.

── ましてや「嫌いだったら」無理ですねえ。
Fazla söze gerek yok, ''sevmiyorsanız'' mümkün değil...

M: わたしはもう16冊くらい訳しています。昨日、数えたんです。
Ben bugüne kadar 16 eseri çevirmişim, dün saydım.

── わあ(笑)。
İnanılmaz!

M: ただ、それは『1Q84』を3冊としてる。
Fakat, ''1Q84'' eserini 3 kitap saydım.

── じゃ、『ねじまき鳥クロニクル』も3冊。
O zaman ''Zemberek Kuşunun Güncesi'' de 3 kitap sayılmalı.

M: でも、いいでしょう? 村上さんの本は1冊1冊が太いですから。
Olmaz mı? Haruki'nin o eserleri çok uzun çünkü. 
* bu iki eser, Japonya'da 3 cilt olarak yayınlandı.

── ドキュメンタリーでは、村上さんの処女作の『風の歌を聴け』と、2作目『1973年のピンボール』の合本を翻訳されていましたね。
Belgeselinizde Haruki'nin ilk iki eseri ''Rüzgarın şarkısını dinle'' ve ''1973 yılında tilt oyunu''nun birlikte basıldığı bir kitap çeviriyordunuz.

M: そう。
Evet.

── 村上さんが最初期に書いた2作品を、めぐりあわせで、だいぶ後になって訳しているわけですが、そのことは、どうですか。
Haruki'nin ilk yazarlık döneminde yazdığı iki eserini, kaderin bir cilvesiyle oldukça vakit geçtikten sonra çevirdiniz. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

M: むかーしむかしに読んだとき、なぜか、おもしろいと思わなかったです。
Bir hayli zaman önce okuduğumda nedense pek ilginç gelmemişti.

── へえ。
Öyle mi?

M: 村上さんの本をたくさん訳した後、いま、もういちど翻訳のために読んだら、とっても、おもしろかった。
Haruki'nin eserini epey çevirdikten sonra tekrar çevirmek için okuyunca oldukça ilginç geldi.

── ああ、そうですか。やっぱり、自分の歳や経験と関係あるんですかね。
Anladım, belki sizin yaşınız veya deneyiminiz ile alakalıdır...

M: うん、そうかもしれない。だから、もし、昔に読んでおもしろくなかった本でも、あらためて読んでみたら、おもしろいって思うかもしれない。
Evet, öyle de olabilir. O yüzden eskiden okuduğumda ilgimi çekmeyen eserleri bile yeniden okuyunca ilginç gelebilir.

── 読む側の人生にも関わってくるのかな。物語とか、読書って。
Kitaptan neler hissedildiği okurun kendi yaşadıkları ile de şekilleniyor belki de.

M: わたし、はじめの2冊を訳してみたら、村上さんがやってきたことだとか、いまやっていることが、ぜーんぶ、ここに入っていると思った。村上さんを特徴づけるものとか、アイディア、キャラクターのつくり方、すべて、ここにあったんだって。
İlk iki eserini çevirince Haruki'nin bugüne kadar yaptıkları ve şu an yapmakta olduğu her şeyin burada bulunduğunu düşündüm. Onun özellikleri, fikirleri, nasıl karakterler oluşturduğu filan... hepsi oradaydı.

── 世界的な作家になっていく村上さんの、核になるようなものは、29歳の処女作執筆当初から、あった。
Dünyaca bilinen yazar, Haruki'nin özünü oluşturan şeyler 29 yaşında yazdığı ilk eserden bulunuyordu.

Rüzgarın şarkısını dinle /
1969 yılında tilt oyunu'nun
Danimarkaca verziyonu
M: そう感じる。ぜんぶそろってる。
Öyle hissediyorum. Hepsi orada.

── そのことを聞いたら、もういちど、読んでみたくなりました。
Bugün anlattıklarınızı dinleyince tekrar okumak istedim.

M: 村上春樹は、はじめから、まだひとつも本を書いてないころから、素晴らしい作家だった。村上さんの言葉に向き合いながら、そのことをずっと、実感していました。
Haruki Murakami, ilk baştan, daha hiçbir kitap yazmadığı zamanlarda bile muhteşem yazardı muhtemelen. Haruki'nin metinleri ile her karşılaşmamda bunu hissediyorum.


(おわります)
2019-10-21-MON
(Son / 21 Ekim 2019)
出典 / Kaynak

10 sene filan önce Kushimoto'daki bir törende tanıştığım Vaner bey sağolsun, yazdıklarımı okuyup zahmet demeden düzeltti. Düzelttiği yerler pembe ile yazdım. Bana öğrenme fırsatını verdiği için ona çok minnettarım.

2019-10-23

Kumaş, Kitap, Kedi ve Lisanlar / 布と、本と、猫と、言葉と。


── 以前、織物をやってらっしゃったと先ほどおっしゃってましたが、いま、この桐生市に住んでいるのも、そのことが理由ですか。
Daha önce kumaş dokumasını yaptığını söylediniz. Şu an bu Kiryu şehrinde oturmanız da bu yüzden mi?

メッテ(以下M): はい、そうです。34年前も桐生に住んでいたんです。15歳のときに、フランスの「ゴブラン織」を知って、夢中になりました。それで、高校を卒業したあとに、フランスで1年、織物をやりました。
Evet, öyle. 34 yıl önce de Kiryu'da oturdum. 15 yaşındayken Fransa'nın Gobelins dokumayı tanıdım ve hayran kaldım. O yüzden liseden mezun olduktan sonra Fransa'da bir sene kumaş dokumasını öğrendim.

── 翻訳の前に、織物。
Çeviriden önce kumaş dokuması.

M: そのときに川端康成の本に出会って、日本に興味を持ったんです。そこで、大学へ入って人類学の勉強をしていたんですけど、そのうちに、日本の織物のことを調べたくなり、日本語と、日本の文化の大学に移ったんですね。
O zamanlarda Yasunari Kawabata'nın eserlerini okudum ve Japonya ile ilgilenmeye başladım. Üniversiteye girip antropoloji okuyordum ama gittikçe Japonya'daki dokuma kumaşlar araştırmak istedim, ondan sonra Japonca ve Japon kültürünü okuyabileceğim üniversiteye transfer oldum.

── 織物って、世界各地にありますよね。もちろんデンマークにも。
Dokuma kumaş, dünyanın her yerinde vardır. Tabi ki Danimarka'da da.

M: ええ。
Evet.

── その中で日本の織物に惹かれたのは、どうしてでしょう。
Neden Japon dokuma kumaşı ile ilgilendiniz?

M: 日本の絣(かすり)の展覧会を見て、デンマークの博物館で。それが、素晴らしいと思ったんです。
Japonya'nın KASURI kumaşının sergisi vardı Danimarka'daki müzede. O zaman çok etkilendim.

── 布を織っているときは、どういう気持ちになるものですか?
Kumaş dokurken ne hissediyorsunuz?

M: 幸せな気持ち。わたしが本当にやりたかったのは、手織り機(ばた)ですが、シュッシュッシュッとやってると、本当に‥‥幸せなんです。
Çok mutlu hissediyorum. Benim en çok yapmak istediğim el tezgahı ve sağa sola ip kaydırınca gerçekten.... mutlu oluyorum.

── 糸というあれだけ細いものを、1本1本積み重ねて、一枚の布がつくられるわけですが、そう考えると、織物って、すごいことですね。
İncecik ipler birer birer dokunarak bir yaprak kumaş yapılıyor. Böyle düşününce dokuma kumaş süper bir şey.

M: わたし、機織りしながら、イリオモテにも住んだことがある。
Ben kumaş dokumasını yaparak Iriomote Adası'nda da yaşadım.

── え、沖縄の西表島にも?
Nasıl yani? Okinawa'nın Iriomote Adası mı?

M: とても素晴らしい先生に出会って、わたしは、はじめて彼女の絹を見たときには、泣きました。
Çok iyi bir öğretmen ile tanıştım. Ben onun dokuduğu ipeği gördüğümde ağladım bile.

── 泣いた?
Ağladınız?

M: うん。
Evet.

── どうして?
Neden?

M: 素晴らしかった、美しかった。見たことのないシルクだった。
Çok güzeldi. Mükemmeldi. O zamana kadar görmediğim ipek dokuması idi.

── 織物というのは、時間をかけて、一段一段、経(たて)糸と緯(よこ)糸で織りなしていくわけですけれど、そのイメージが、ひとつひとつ、言葉に言葉をあてはめていく翻訳のイメージと、どこか重なるような気がします。
Kumaş dokuması, yeterince vakit alarak birer birer dikey ipler ve yatay ipler ile yapılıyor. Bu sanki birer birer kelimeye kelime uygulanılan çeviriye çok benziyor.

M: 正しいと思います。わたしは、言葉を織っています。そういう感覚があるんです。
Doğru söylüyorsunuz. Ben lisan dokuyorum. Öyle hissediyorum.

── あ、そうですか。
Oh, öyle mi?

M: ふさわしい柄をつくり出すために、ふさわしい色を選んだりしながら。そういうところも、似ているし。
Uygun desen ortaya çıkarmak için uygun renkler seçiyorsunuz filan..., bunlar çok benziyor.

── ええ。
Evet.

M: 時間がかかるところも、同じね。先にタテだけ織れないし、後からヨコを織ることもできない。
Vakit alması da aynı. Sadece dikey iple dokuyamıyor ve sonradan sadece yatay iple dokuyamıyorsunuz.

── つまり、一足飛びには進まない。
Yani hooop diye ilerlemiyor.

M: そういう意味で、織物と翻訳は同じだと思います。そういえば、桐生に住んでいる写真家の‥‥
Bu anlamda kumaş dokuması ve çeviri aynı olduğu kanaatindeyim. Bu arada Kiryu şehrinde yaşayan fotoğrafçı...

── 石内都さん?
Bayan Miyako Ishiuchi mi?

M: そう、彼女も織物をやってんだって。
Evet, o da kumaş dokumasını yapmış.

── たしか、美大の織り科でしたよね。
Doğru hatırlıyorsam o da Sanat Üniversitesi kumaş dokuma bölümünden mezundu.

M: それが、いまでは、ちぎれたワンピースとかブラウス、そういう、ヒロシマの遺品の写真を撮ってる。
Evet, ve şimdi ise yıpranmış elbise veya gömlek gibi, Hiroshima Atom Bombası'nın anılarını fotoğraflıyor.

── 伊勢崎銘仙なんかも。
Onun çektiği Isezaki-Meisen (KAAURI kumaşunun bir çesidi) de güzeldi.

M: 素晴らしいお仕事をしていますね。布や織物との関わりが、いまでもまだ、続いてらっしゃる。
Çok hoş iş çıkarıyor. Kumaş veya dokuma kumaş ile olan ilişikiler hala devam ettiriyor. 

── すごく不思議なものだと思います、布って。人間にとって、とても身近で、なくてはならないものですけれど、「じゃ、つくってみて」と言われても、おいそれとは無理じゃないですか。
Oldukça esrarengiz bir şey, kumaş. İnsanlara pek yakın ve olmazsa olmaz gibi bir şey ama ''O zaman sen yap'' dendiğinde hemen yapılabilecek bir şey değil.

M: そうね。
Evet.

── タオル1枚、つくれないと思います。自分ひとりでは。
Bir havlu bile yapamıyoruz, tek başımıza.

M: うん。
Doğru.

── いつも身近にあって、助けてくれる。ちょっとやそっとじゃ、つくれない。そんなところも似ていると思います、布と言葉って。
Her zaman yanımızda ve bize yardım ediyor ama kolay kolay yapılamıyor. Böyle düşününce kumaş ve çeviri gerçektem benziyor.


M: そうね、ほんとうに。あと、日本で素晴らしいと思うのは、わたしは「紙」だと思う。
Evet, sahiden. 
Bir de Japonya'da kağıtlar da çok güzel kanımca.

── ああ、そのことも、よく聞きます。知り合いが写真集を持って、パリフォトとかに出展したりすると、「この紙は何だ」って、多くの人が、紙に反応するんだって。
Ah, ben de pek duymuştum. Benim tanıdığım Paris Foto Sanat Sergisi gibi bir yere fotoğraf kitabını götürüp sergileyince herkes ''Bu kağıt ne?'' diye kağıt ile ilgileniyormuş.

M: わかります、ぜんぜんちがいますよ。日本の紙は、すぐわかる。たとえばこれ、デンマークの本です。持ってみて、すごく軽いの。薄くてペラペラの紙を使ってるから。
Anlıyorum. Çünkü çok farklı. Japon kağıtları hemen anlaşılıyor. Mesela bu, Danimarka'da yayınlanmış kitap. Elinize alın, çok hafif olduğunu anlarsınız. Çok ince, ucuz kağıt kullanıldığı için.

── 以前デザイナーさんに取材したときおっしゃってたんですが、伝えたいことを伝えるために、どの紙を選んだらいいだろうって、そいういう視点で、本の用紙を選んでいるんだそうです。
Daha önce bir grafikere röportaj yaptığımda söyledi: Okuyuculara iletmek istediği şeyleri doğru bir şekilde iletmek için hangi kağıt daha uygun, öyle bir bakış açısı ile kitap kağıtlarını seçiyormuş.

M: ああ、そうですか。
Öyle mi?

── つまり、紙そのものに表現力、何かを伝える力があるというんです。
Yani bir kağıdın bile ifade gücü, bir şey iletme gücü olduğunu söyledi.

M: 日本の紙には、その力があると思う。だからわたしは、日本の本も大好き。デンマークの家は空っぽにしたけど、本だけは、そのままにしてきた。その家を借りている人は、わたしの本と猫と、一緒に住んでる。
Japon kağıtlarında öyle bir güç olduğuna inanıyorum. O yüzden ben Japonya'da yayınlanan kitapları da seviyorum. Danimarka'daki evimi tamamen boşaltmıştım ama sadece kitaplar öylesine bıraktım. Şimdi o evi kiralayan benim kitaplar ve kedim ile beraber oturuyor.

── へえ、猫ちゃんつきで(笑)。
Wow, kedili mi kiraladı.

M: そう。彼女はもう、18歳。
Evet. Kedim artık 18 yaşında.

── メッテさんの好きなものが、メッテさんそのものって感じですね。
Sizin sevdiğiniz şeyler tıpkı sizsiniz.

M: そう?
Öyle mi?

── 布と、本と、言葉と。
Dokuma kumaş, kitap ve lisan...

M: それと、猫と(笑)。
Ve de kedi.


(つづきます)
2019-10-20-SUN
(Devam ediyor / 20 Ekim 2019)
出典 / Kaynak

2019-10-22

‘’İmkansızın şarkısı’’nda karşılaştım / 出会いは『ノルウェイの森』


── メッテさんは、もう20年も前から村上春樹さんの小説を訳してきたそうですが、最初は‥‥。
Siz 20 yıldır Haruki Murakami’nin eserlerini çeviriyorsunuz ama ilk eseri neydi?

メッテ(以下M:『ねじまき鳥クロニクル』です。
‘’Zemberek Kuşu’nun Güncesi’’ idi.

── あんなに長い小説から。
O kadar uzun eserden mi başladınız…

M: まだ、翻訳者としては若かったので、いろいろ心配です、いまでも。
O zamanlar çevirmen olarak hamdım ki (ne kadar hata yaptım diye) çok endişeleniyorum, hala…

── どれくらいの期間をかけて‥‥?
Ne kadar zamanla çevirdiniz?

M: 子どもを産んだばっかりのときだった。だから時間もかかって、2年くらい。
Doğum yaptığım zamandı. O yüzden çok vaktimi aldı… sanırım yaklaşık iki senemi aldı. 


── わあ、それは大変なお仕事でしたね。
Oh! Çok güç işmiş sizin için.

M: 翻訳だけでは生活ができなかったので、映画の字幕の仕事もやりました。子どもも2人いて‥‥忙しかったです。
Sadece çevirmenlikle geçinemediğim için filmin altyazısı için de çeviriyordum. İki çocuğum vardı… çok yoğundu.


── 自分は、誰かのインタビューを収録して、記事にするのが仕事なんです。たとえばメッテさんを素敵だなと思って、時間をもらってお話しに行って、その場でメッテさんが口にしたことを、なるべく、そのままの口調で伝えたいと思っていて。
Benim işim birine röportaj yapıp yazıya dökmektir. Mesela sizinle ilgilendiğim için sizin vaktiniz alıp hikayenizi dinliyorum. Burada sizin söylediklerinizi mümkün olduğu kadarıyla tam sizin söylediğiniz gibi iletmek istiyorum.

M: 翻訳に似ているね。
Sizin işiniz de çevirmenliğe benziyor.

── あ、似ていますか。
Oh! Öyle mi?

M: うん、まさにそんな感じ。わたしも、なるべく村上春樹さんの書いてることを、そのまま訳したいと思うけど、反面それは、どうしてもわたしの読み方。
Evet, tam da öyle. Ben de elimden geldiği kadar Haruki Murakami’nin yazdıklarını onun yazdığı gibi çevirmek istiyorum ama bir yandan bu benim bakış açıma bağlı.

── そこはきちんと自覚している。
Bunun farkındasınız.

M:してる。彼の本を読んだとき、わたしの心がどういうふうに動いたかが、翻訳するとき、出るじゃない?だから、デンマークの人たちは、わたしの読み方で村上さんを読んでいる。それは、避けられないこと。
Farkındayım. Onun eserini okuduğumda benim nasıl duygulandığım çevirirken ortaya çıkıyor, değil mi? O yüzden Danimarkalılar benim bakış açımdan Haruki Murakami’yi okuyorlar. Bu kaçınılmaz.

── だから、あんなにも慎重になって。
O yüzden o kadar dikkatli iş yapıyorsunuz.

M: あなたもインタビュー記事をつくるとき、やっぱり、あなたの見たわたしが出ると思いますよ。
Sizin de röportaj yapıp yazıya dökerken yine sizin bakış açınız ortaya çıkıyordur.

── そうだと思います、どうがんばっても。単純に、別の誰かがインタビューしたら、ぜんぜん違う話にもなるわけで。
Öyledir muhtemelen. Ne kadar çaba harcasam harcayım, başka biri röportaj yaparsa bambaşka hikayeler de çıkabilir.

M: そうそう。
Evet.

── だから、最終的には自分を通ってしか出ていかないのならば、記事にまとめる作業を通じて、できるだけ、メッテさんに近づきたいなと思ってます。
Eninde sonunda hikayeleriniz benim filtremden geçip çıkıyorsa yazıya dökme işlemler ile elimden geldiği kadar size yakınlaşmak istiyorum.

M: うん。
Evet.

── そう思うと責任ある仕事ですね、お互い。
Böyle düşününce oldukça büyük sorumluluk taşıyan iştir bizimkiler.

M: そうね。だって怖いでしょう。
Evet, siz de korkuyorsunuzdur.

── ええ、毎回。
Evet, her seferde.

M: その怖さを知ってるから、わたしも、はじめはフィルムにしてほしくなかった。わたしのことを。
Ben de o korkuyu tanıdığım için ilk başta benim belgeselimi yapmalarını istemedim.

── ああ‥‥ドキュメンタリーというものも、やはり物語の一種、監督のフィルターを通したメッテさんに、どうしても、なりますものね。
Ah… Belgesel de bir hikayenin bir türü. Yönetmenin filtresinden geçip ortaya çıkıyorsunuzdur.

M: そう。
Öyledir.

── あの、翻訳の仕事をはじめたきっかけを、よければ聞かせてください。
Bu arada çevirmenliğe nasıl başladınız? Sakıncası yoksa öğrenebilir miyim?

M: 三島(由紀夫)と志賀直哉を訳した人と知り合いだったんですが、とっても、大変だったそうなんです。で、その人のところに、バナナ・ヨシモトの翻訳の話が来たとき、「翻訳ならメッテが好きだよ」って。
Yukio Mishima ve Naoya Shiga’nın eserlerini çeviren kişi ile tanışıyordum. Çok güç işmiş onları çevirmek. Ve ona Banana Yoshimoto’nun çeviri işi geldi de ‘’Mette de çevirmeyi seviyor’’ demiş.

── 推薦されて。お好きだったんですか?
Önerildiniz demek. Seviyor muydunuz çevirmeyi?

M: 学生のころに、好きだったんですね。でも、バナナ・ヨシモトさんの本は、まだ未熟だったので、間違いも多かったと思うし、自分としては、ぜんぜんダメでした。
Üniversite öğrenciyken seviyordum. Fakat Banana Yoshimoto’nun eserini çevirdiğim zaman daha deneyimsizdim ve çok yanlışlık yapmışımdır. Kendi kendimi değerlendirirsem hiç de iyi değildim diyebilirim.

── そうですか。
Öyle mi?

M: そのあと、半年くらい仕事を休んで、好きな織物を学ぶために、日本に来たんです、子どもと一緒に。そのときに、友だちに、「いい作家いない?」と聞きました。
Ondan sonra 6 ay filan ara verip sevdiğim tekstili öğrenmek için Japonya’ya geldim, çocuklarımla beraber. O zamanlarda arkadaşlarıma ‘’İyi bir yazar tavsiye eder misiniz?’’ diye sordum.

── いい作家?
İyi bir yazar mı?

M: 現代的で難しすぎない作家がいないか、友だちに聞いたら、その人が『ノルウェイの森』をくれた。
Çağdaş ve çevirmekte epey zor olmayan yazar yok mu diye arkadaşıma sorunca o ‘’İmkansızın şarkısı’’nı verdi bana.

── それが、村上さんとの出会い。
Öyle tanıdınız Haruki Murakami’yi.

M: わたしは、すぐに、夢中になりました。だから、デンマークへ帰国したときに、
出版社へ持っていったんですが、でも、そのときは、なんのリアクションもなかったんです。
Ben hemen çevirmeye daldım. Ve Danimarka’ya döndüğümde yayın evine götürdüm ama o zaman hiçbir cevap alamadım.

── そうなんですか。
Anladım.

M: で、それから1年間くらい経ったとき、他の出版社から『羊をめぐる冒険』の翻訳が出ました。でもその本は、英語から翻訳していた。
Ondan yaklaşık bir sene sonra başka yayın evinden ‘’Yaban Koyunun İzinde’’nin çeviri kitabı çıktı. Fakat bu kitap İngilizceden çeviriydi. 

── ええと、日本語から英語にしたものを、さらにデンマークの言葉に。
Yani Japoncadan İngilizceye, ondan sonra Danimarkacaya çevirilmiş.

M: そう。なんでそんなことをと、思った。どうして英語から‥‥それはいけない。そんなことをしたら、もう、ぜんぜんちがう本になっちゃう。
Evet. Neden böyle yapıyorlar diye düşündüm. Neden İngilizceden? Bu hiç de iyi bir şey değildi. Eğer öyle yaparlarsa artık bambaşka eser olacaktır.

── 間に英語を挟むと、変質してしまう?
Araya İngilizce girince başka bir şeye mi dönüşecek?

M: する。日本語から英語になった時点で、アメリカ風の、アメリカ小説になる。村上さんの小説じゃない感じに、なる。
Dönüşür tabi. Japoncadan İngilizceye çevirildiğinde eser Amerikalı roman olacak. Artık Haruki’nin eser değilmiş gibi olur.

── どうして、そうなるんですか。
Neden öyle oluyor acaba?

M: アメリカの翻訳のやり方は、良くも悪くもアメリカ流にするんです。文化を受け入れると言うより。そうなると、アメリカ人にとっては読みやすいけど、もともとのお話が変わってしまう。
Amerika’daki çevirme işleri, iyi veya kötü Amerika stilinde oluyor, kültürü kabul etmek yerine. Bu süreçle Amerikalılar için doğal ve okunması kolay oluyor fakat orijinal hikaye değişiyor.

── アメリカという国は、たくさんの文化を抱えてると思うけど‥‥そうなんですか。
Amerika, içinde çeşitli kültür taşıyor ama… öyle midir?

M: わたしの感覚では、翻訳の面では、ヨーロッパのほうが文化を受け入れる。そのあと、またその出版社で、South of the Border,West of the Sun、これは‥‥。
Bana kalırsa çevirme işlerinde Avrupa ülkeleri daha çok farklı kültür kabul ediyor. 
Bu arada ondan sonra yine aynı yayın evinden ‘’Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında’’ çıkacaktı. Bu…

── あ、『国境の南、太陽の西』ですか。
Oh, ‘’Kokkyo no Higashi, Taiyo no Nishi’’, değil mi?

M: そう、わたしの大好きな小説ですけれども、その作品を若い翻訳者が訳しはじめていたんです。
Evet, benim çok sevdiğim eserlerden ama bu eseri genç biri çevirmeye başlamıştı.

── もともと『ねじまき鳥クロニクル』の一部だった作品ですよね。
Bu eser, ‘’Zemberek Kuşu’nün Güncesi’’nin bir kısımıydı.

M: はい、そしたら、その翻訳者も、英語から翻訳していることがすぐわかった。そこでわたしは、日本語からデンマーク語に翻訳したものを、出版社に送ったんです。
Evet. Ve bu kişi de İngilizceden çevirdiği ortaya çıktı. O yüzden ben Japoncadan Danimarkacaya çevirdiklerimi yayın evine gönderdim.

── へえ‥‥。
Ya…

M: そしたら、わたしの訳で出ることになった。それ以来20年、わたしがずっと村上春樹を翻訳しています。yayınlanmasını sağladılar. O gün bugündür 20 yıldır ben Haruki Murakami’nin eserlerini çeviriyorum.


(つづきます)
2019-10-19-SAT
(Devam ediyor / 19 Ekim 2019)
出典 / Kaynak